İnsan , çevresi ile bir bütündür. Günlük yaşantımızda farkında olarak veya olmayarak pek çok başka canlı ve cansızlarla devamlı temas halindeyiz. Bunların bir kısmı gözle görülemeyecek kadar küçük boyuttadır. Örneğin, nefes alıp verirken ciğerlerimize çektiğimiz hava, mikroskop altında incelenirse, pek çok küçük partiküller içerdiği görülür. Bunlar toz zerrecikleri, bitkisel veya hayvansal kökenli küçük parçacıklar, bizlerin çevreye saldığı egzos gazları, yakıt artıkları gibi kirletici maddelerdir. Bu yabancı maddelerden korunmak için vücudumuzda devamlı bir mücadele vardır. Burun içindeki kıllarla havayı süzmeye başlarız. Yine burun ve solunum yolunun diğer bölgelerindeki koruyucu mekanizma devamlı çalışır. Alınan nefesi ısıtır, nemlendirir ve akciğerlere vücuda uygun hale gelmiş olarak gönderir. Burundan başlayan solunum yolunda salgı bezleri vardır. Bunlar, sudan biraz daha kıvamlı, şeffaf, sümüksü bir salgı yaparlar. Süzülmekten kurtulan yabancı maddelerin bir kısmı da buraya yapışır. Devamlı üretilip dışarı doğru hafifçe akan bu sıvıyı, farkına varmadan yutup, mide asitimizle içindeki yabancı maddeleri yok ederiz. her şeye rağmen yoluna devam edip akciğerlere ulaşan yabancı maddeleri de burada bulunan savaşçı hücreler tarafından yok ederiz. Bu koruyucu hücreler, bazen bu maddeleri içine alıp yok eder, bazen de salgıları ile yok eder. Bu salgılar, solunum yolundan dışarı doğru farkına varılmadan, yutularak yok edilir, veya miktar fazla olduğunda ara ara boğaz temizleme gibi hareketlerle veya küçük öksürüklerle solunum yolundan atarız.
Bu küçük yabancı maddelerin bazıları, yapılarının özelliği ile koruyucu hücreleri daha fazla uyarır, bazı reaksiyonların gelişmesine yol açar. Bu parçacıklara “alerjen” denir. Alerjenlere karşı oluşan koruyucu mekanizma, bazı insanlarda genetik olarak belirlenerek çok daha şiddetli olur. Öyle ki, bu maddeleri yok etmek amacı ile gösterilen aşırı reaksiyon, kişinin kendisine de zarar vermeye, hastalık şeklinde görülen belirtiler oluşturmaya başlar. İşte alerjen denen bu yabancı maddelere karşı vücudun gösterdiği aşırı tepkiye alerji denir. Bunun bir hastalık boyutuna ulaşması da alerjik hastalıklara yol açar. Alerjenler hangi organı etkiliyorsa, orada oluşan reaksiyonlar, o organın hastalığı şeklinde kendini gösterir. Solunum yolunda olduğu zaman “astım” veya diğer bir söyleyişle “alerjik bronşit”, deri de olursa “egzema” , “ürtiker (kurdeşen)”, burunda olursa “alerjik nezle”, gözde olursa “alerjik göz nezlesi; bahar nezlesi”, barsak sisteminde olursa “besin alerjisi”, ilaçlarla olursa “ilaç alerjisi”, tüm vücudu etkileyen ani ve şiddetli reaksiyon şeklinde olursa “anafilaksi” olarak adlandırılan hastalıklara yol açar.
Bir maddenin alerjen olabilmesi için vücutta belli bir reaksiyon oluşturacak özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikler, vücuda giriş özelliğine göre değişir. En çok etkileyenler, hava yolu ile vücuda giren alerjenlerdir. Bunlar; bitkilerin üreme tozları olan polenler, küf ve mantar sporları, hayvan tüy ve deri döküntüleri ile salyaları, ev tozu akarı denen ve bizimle içi içe yaşayan çok küçük canlıların bizzat kendileri veya vücut artıkları olabilir. Alerjiyi oluşturan hücreler tarafından tanınabilmeleri ve bunlara karşı reaksiyon gelişmesi için boyutları önemlidir. 5-60 mikron boyutundaki protein yapısındaki maddeler, en çok alerji oluşturan maddelerdir. Bu kadar küçük parçacıklar, havada rahatça uçabilir. Polenler, bu yolla havada yükselir, rüzgarın etkisi ile çok uzak mesafelere kadar savrulabilir. Bazen 100 km. uzaklılara bile ulaşır. Salındığı yerden çok uzaktaki insanlarda alerjiye neden olabilir. Bitkilerin allerjenik özellikleri, polen yapısına bağlıdır. Çiçekli bitkilerin polenleri, genellikle daha büyük, yapışkan özelliktedir. Ağır olan bu polenler havada çok uzun duramaz, uzaklara savrulamaz, yere düşer. Bu bitkilerin üremesi için arı, sinek gibi böceklere ihtiyacı vardır. Ancak onların ayağına yapışan polenler başka bitkilere ulaşarak üremeyi sağlar. Bu nedenle de çiçekli bitkiler, ancak iyice yanına yaklaşıp çiçeği koklandığı zaman poleni ile karşılaşılıp alerjiye yol açabilir. Oysa ot, ağaç, tarla bitkilerinin polenleri, havaya savrularak uzaklara uçabilir.
Hayvanların tüy ve deri döküntüleri de aynı şekilde etkiler. Mutlaka hayvanla yakın temas gerekmez. Kediler, devamlı yalanarak temizlenir. Yalanma sırasında tüylerine yapışan salya parçacıkları, kuru, hayvan hareket ettiğinde havaya karışır, solunum yolu ile buruna, akciğerlere, direkt temas ile gözlere ulaşır, oralarda alerjik reaksiyonları başlatır. Kuş, kafesinde çırpındıkça tüy ve deri döküntüleri havaya savrulur; yanına yaklaşmayan veya diğer odada bulunan insanlara hava yolu ile ulaşır. Köpeklerin devamlı akıttıkları salyaları, hareket ettikçe dökülen tüy ve kepek şeklindeki deri parçacıkları da bu yolla dağılır.
Küf ve mantar sporları da alerjendir. Karanlık, sıcak ve rutubetli ortamlarda ürerler. İyiy yalıtım yapılmamış tavan veya duvarda, kışın yeşil-siyah renkte küf oluşur. Oda havası ısındığında, buradan havaya karışır, nefesle vücuda girer. Odanın havalanması yetersizse, pencere ve duvarlarda nemlenme olarak küf üremesine yol açabilir. Yaygın kullanılan buhar makinelerinin sıvı hazneleri sık sık temizlenmezse, burada bekleyen suda küf üreyebilir. Banyo duvarlarında küf üreyebilir. Bunarlın hepsi alerji kaynağı olabilir.
Mide barsak sistemi ile alerji oluşturan maddelerde durum biraz daha farklıdır. Burada, yenilen veya içilen maddenin protein yapısı, büyüklüğü, farklı etki eder. En sık karşılaşılan gıda alerjisi bebeklerde inek sütü alerjisidir. Burada alerjiye yol açan inek sütünün protein yapısıdır. Bu yapı, barsaklardaki hücreler tarafından yabancı ve zararlı olarak algılanır, yok edilmeye çalışılır. Bu sırada alerjik bünyeli insanlarda oluşan tepki abartılıdır. Sadece bu zararlı maddeyi yok etmekle kalmaz, aşırı tepki kendisine de zarar verir. Salgılanan maddeler barsakta kanama, solunum yolunda astım bulguları, ciltte kaşıntı ve döküntüler gibi farklı şekillerde kendini gösterebilir. Burada alerjiye yol açan protein yapı, sadece inek sütü ile değil, bunu baz alan mamalarla da oluşabilir. Hatta bazen annenin içtiği süt ve süt ürünelrinin protein parçacıkları bile anne sütüyle taşınarak bebekte alerjiye yol açabilir. Burada çok önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek gerekir. ANNE SÜTÜ ASLA ALLERJİ YAPMAZ. Anne sütü, alerji nedeniyle asla kesilmemelidir: Tam tersine . annenin diyetini düzenleyerek, bu bebeklere mümkün olan en uzun süre anne sütü verilir. Besin alerjisinin en önemli özelliklerinden birisi de zamanla tolerans gelişerek düzelme şansının çok yüksek olmasıdır.
Bir alerjenle karşılaşınca ona karşı tepkiler, her insanda olur. Ancak bu tepkiler, kontrol altındadır. Yabancı maddeyi yok edecek kadar olur, orada durur. Bunu kontrol eden kapsamlı mekanizmalar devamlı faaliyettedir. Bazı insanlarda bu kontrol bozulmuştur. İşte bu insanlarda alerji hastalığa yol açar. Bunu belirleyen, ilk sırada kalıtsal özelliklerdir. Bazı insanların kromozom yapılarında farklılıklar vardır. Bu farklılıklar, alerjiye yatkınlığı artırır. Anne veya babadan, çocuğa bu özellik aktarılabilir. Bu nedenle anne veya babasında alerjik hastalık olan çocuklar, daha fazla risk altındadır. Hele anne ve babanın ikisinde birden alerji varsa, o zaman risk daha da büyür. Birbiri ile genetik özellikleri hemen hemen aynı olan tek yumurta ikizlerinden birinde alerji varsa, diğerinde olma riski yüzde yüze yakındır.
Alerjik hastalıkların oluşmasında tek etken genetik özellik değildir. Alerjenlerle karşılaşıldığında, buna tepki oluşur. Ancak sık sık veya yoğun karşılaşılmazsa, bu tepki zamanla hafifler, yatışır, hastalık boyutuna ulaşmadan yok olur. Yoğun miktarda alerjenle, sık sık karşılaşma olursa, bir yerde tolerans sınırını geçer ve hastalık olarak ortaya çıkar. İşte bu nedenle alerjenlerden korunma önemlidir. Zaten aşırı alerjik tepki vermeye programlanmış bir bünye alerjenlerle sık karşılaşırsa, hastalık boyutuna ulaşan tepkiler de daha erken yaşlarda ve daha şiddetli olarak ortaya çıkabilir. Yaşanılan bölgede alerjenlerin fazla olması, karşılaşma riskini, dolayısıyla da hastalık gelişme riskini artırır. Bu faktörlerin de etkisi ile, alerjik hastalıklar her ülkede farklı sıklıkta görülür. Hatta her ülkenin farklı bölgelerinde, yaşam şeklinin değişikliklerine göre de değişir. Her ülke, kendi ortalamasını hesaplamaktadır. Kuzey Avrupa ülkelerinde alerjik hastalıklar çok yaygındır. Şehir merkezlerinde, kırsal kesime göre daha yaygındır. Ülkemizde de alerjik hastalıklar pek çok ülkeye benzer rakamlardadır. Ortalama %10 civarında olup; bu rakam çok yüksek bir rakamdır. Yani yaklaşık her 10 kişiden biri alerjiktir. Her alerjik hastalık için ayrı ayrı bakılırsa; astım için %7-8, alerjik nezle için % 12-15 gibi rakamlar görülebilir. Daha ılıman ve nemli iklime sahip, daha fazla bitki içeren bölgelerde, polen alerjisi görülme riski daha fazladır. Ülkemizde Karadeniz bölgesi bu açıdan en çok polen alerjisi görülen bölgedir. Bu bölgede yaşayan herkes alerjik değildir. Çünkü çevresel faktörler tek başına yeterli değildir; genetik yatkınlık, yani doğuştan alerjiye hazır olmak da belirleyici bir özelliktir. İşte bu genetik yatkınlığı bulup, düzelterek alerjik hastalıkları tedavi etmek bilimin temel hedeflerindendir. Vücutta, kalıtsal özelikleri belirleyen, şifre yumağı şeklinde, “kromozom” denen en küçük birimler söz konusudur. İşte bu kromozomların şifre yapısı, her bireyde belirlenmiştir. Sıra sıra dizilmiş zincirler şeklindedir. Bu sıraların bozulması, hastalıklara yol açar. Her insanda, bu birimlerden 46 çift vardır. Bu 46 çift, o insanın özelliklerini belirler. Hastalığı oluşturan, kromozomlar üzerinde bir tek noktada bozukluk şeklinde değildir. Farklı kromozomların farklı bölgelerinde bozukluklar olabilir. Devamlı yeni bir bozukluklar tanımlanmaktadır. İşte bu nedenle henüz bu genetik yatkınlık denen kısım tam olarak düzeltilememektedir. Bu konuda çalışmalar halen sürmektedir.
Hastalığın ortaya çıkmasında sadece genetik yatkınlık ve çevresel alerjenlerle karşılaşma değil, başka etkenler de söz konusudur. Bunlar içinde en önemlisi, alerjenlerin vücuda girişini kolaylaştıran, vücudun direncini ve savunma mekanizmalarını bozan, aslında kendisi alerjen olmadığı halde alerjiyi destekleyen çevresel koşullar da vardır. Bunlar içinde en önemlisi sigara dumanıdır. Özellikle pasif içicilik; çocukları çok etkileyen bir faktördür. Anne- baba veya çevresindeki büyüklerin keyif uğruna içerek dumanını ve zehirlerini saldığı havayı soluyan çocuk, bütün hayatını etkileyecek hastalıkların kucağına itilmektedir. Çocukların, sigara dumanının zerresine bile maruz kalmaması gerekir.
Enfeksiyon hastalıkları da vücut direncini düşürerek alerjik hastalıkların gelişmesine katkıda bulunabilir. Son yıllarda bunun tersine bir tez de ileri sürülmektedir. Enfeksiyonların, alerjiden koruduğunu savunan bir görüş de vardır. Her ne olursa olsun, enfeksiyon hastalıklarından korunmak, yaşam kalitesini artırmak açısından da önemlidir. Ülkemizde ne yazık ki çok yaygın olan antibiyotik ilaç kullanımı da önemlidir. Gereksiz kullanılan antibiyotikler, karaciğer, böbrekleri yorduğu gibi, vücudun savunmasında görev yapan faydalı mikropların da ölmesine, savunmanın zayıflamasına yol açabilir. Bu ilaçlara karşı zararlı mikroplarda direnç gelişmesi, bu mikropların daha ağır hastalıklar yapmasına yol açar. Bağışıklık sisteminde oluşacak her türlü zayıflık, alerjik hastalıkların gelişmesine katkıda bulunacak bir etkendir.
Comments